25 Haziran 2007 Pazartesi

Death Note (Desu Noto)

Light (Tatsuya Fujiwara) Hukuk öğrencisidir. Çok zeki ve çalışkandır. Bir gün polis depatmanının sitesini heckleyerek bilgilere ulaşır ve adaletin suçlulara gereken cezayı veremediğini görür. Bunun doğruluğunu kendi gözleriyle görmek için bir gün suçlulardan birinin peşine düşer ve bir barda onu elini kolunu sallayıp gezerken, dahası öldürdüğü çocuk hakkında konuşup dalga geçerken görür. Ama Light'ın yapabileceği bir şey yoktur. Üzgün olarak bardan çıkar. Dışarı çıktığında yerde bir defter bulur. Üzerinde Death Note yazmaktadır. Light defterin nerden geldiğini anlamaz ama defteri yanına alır o anda ölüm meleği ile tanışır. Ölüm meleği, Ryuk, defteri düşürmüştür ancak bulanındır mantığıyla defterin Light'ta kalabileceğini söyler. Defterin özelliği, sayfasına yazılan her ismin farklı bir şekilde yazılmadığı taktirde 40 saniye içinde kalp krizi geçirerek ölmesidir.


Light bunu denemek barda gördüğü adamın adını yazar ve adam 40 saniye içinde gerçekten de kalp krizi geçirerek ölür. Defter adaleti sağlayan yegane güç gibi gelir Light'a ve bütün katillerin isimlerini yazmaya başlar sırasıyla. Suçlular yolda sokakta, hapisanede bir bir ölmeye başlayınca durum polis teşkilatının da dikkatini çeker.

Bay L (Ken'ichi Matsuyama) liderliğinde bir grup toplanarak Kira adını verdikleri bu katili yakalamaya çalışırlar. Ancak Kira da Bay L kadar zekidir ve her türlü tuzağı farkederek hepsinden kurtulur..

Acaba sonunda ne olacaktır?

**Dikkat Dikkat**

Sonunda Kira bütün gözleri kendi üzerinden çekmek için sevgilisini bu işe feda eder ve FBI ajanlarından birinin onu öldürmesini sağlar. Ama L onu yakalamış ve fakat çaktırmamıştır. Filmin devam filmi de varmış meğer. Bir yerde kesmek zorunda kalmışlar yani.

Film esasen bir animeymiş. Daha sonra film olarak çekilmiş. ilginç bir konusu var. Bir de Japon filmi. Japon filmleri hep değişiktir zaten. Sağolsun Badem Japon filmlerini çok sever :) Yine de animesi çok daha güzeldir diye düşünüyorum. Bi ara indirmek lazım bölümlerini. Badem'e duyurulur!

Dead Silence

Jamie (Ryan Kwanten) ve Lisa (Laura Regan) evde otururken zil çalar. Kapıyı açtıklarında kapıda isimsiz büyük bir paket görürler. Kimin gönderdiği belli olmayan bu paketten bir kukla çıkar. Sevimsiz ve ürkütücü görünen bu kuklayı Lisa çok beğenir ve koltuğa oturtur. Jamie yemek almak için dışarı çıkıp eve geldiğinde Lisa'yı ölü olarak bulur.

Polisler olay yerine geldiklerinde Jamie'yi de merkeze götürür ve sorguya alırlar. Dedektif Lipton (Donnie Wahlberg), Jamie'nin karısını öldürdüğünü düşünmektedir. Artık Jamie hem karısının katilini bulmak hem de kendini temize çıkarmak zorundadır..

Böylece katilin kuklayla ilişkisi olduğunu düşünerek kuklayı araştırmaya başlar. Kuklayı yapan Mary Shaw'a kadar gider. Ancak yıllar önce küçük bir çocuğu kaçırıp öldürdüğü düşünülerek kadın dili kesilerek öldürülmüş ve vasiyeti üzerine Jamie'deki gibi 101 kuklasıyla birlikte gömülmüştür. Bundan sonrasını çözmek yine Jamie'ye düşer..

**Dikkat Dikkat**

Sonunda Mary Shaw'ın kuklaları aracılığıyla kendi ölümüne sebep olanları aileleri dahil dillerini keserek öldürdüğü, hepsinin dilini kendine ekleyerek her biri gibi konuşmaya başladığı anlaşılır. Jamie, Mary Shaw'ın yaşadığı ve sahne aldığı yere giderek kuklalarla birlikte orayı yakar. Mary Shaw'un ruhu da (!) yanar. Ama kuklalardan Billy dışarda kalmıştır..

Ben beğenmedim. Katil oyuncak chucky'ye benzeyen bişeydi bence. Çok gerekli bir film değildi yani. Testerenin yapımcılarından olduğu için çok da merakla beklenen bir filmmiş hayret.

24 Haziran 2007 Pazar

Stranger Then Fiction

Kahramanımız Harold Crick (Will Ferrel) bir sabah uyanır ve her sabah olduğu gibi sayılarla yaşantısını kısıtlar. Her bir dişini 32 kere fırçalaması, otobüs durağına kadar 70 adım atması (sayıyı tamamen uydurdum) ile hayatını kısıtlar, çünkü ne bir fazla ne bir eksik yapar o güne kadar. Ama o gün her hareketini anlatan bir anlatıcı duymaya başlar. Bir kadın sesi Harold'un yaptıklarına adeta tercüman olmakta ve hatta Harold'ın duygularını bile açığa vurmaktadır. Harold önceleri sakin kalabilse de zamanla sesi sadece kendisinin duyabildiğini farkeder. Üstelik ses Harold'un ölümünden önce bile demiştir. Bu cümleden hoşlanmayan Harold önce doktora, çare bulamayınca da bir edebiyatçıya gider. Prpf. Jules Hilbert, önceleri Harold'la ilgilenmez. Ama Harold'ın söylediği "edebi" bir söz üzerine meraklanır ve Harold'a yardım etmeye karar verir.

Bir yandan anlatıcımız yazar Karen Eiffel ile (Emma Thopmson) tanışırız. Karen, her hikayesinin sonunda kahramanını öldüren ünlü bir yazardır. Ama yazar tıkanması yaşamaktadır ve hikayesine bir türlü uygun sonu bulamaz.

Harold, mali müşavir olarak çalışmaktadır ve teftiş etmesi gerekn yerler vardır duyduğu seslere rağmen. Bir gün teftiş için bir pastacıya gittiğinde Ana Pascal ile (Maggie Gyllenhaal) tanışır. Ana, pastanenin sahibi, bilerek vergi kaçırmıştır ve ödemeye de niyeti yoktur. Harold, ilk görüşte aşık olur Ana'ya. Bunda Karen'in de payı vardır aslında :)

Ana ceza alması gerekirken Harold bir türlü veremez bu cezayı. Ana'dan o kadar çok hoşlanmıştır ki, sürekli gider gelir olur pastaneye. Sonunda Ana da ondan hoşlanır ve flört etmeye başlarlar.

Bu arada Harold, Hilbert ile birkaç buluşmasından sonra bir gün TV de Karen'i görür ve duyduğu sesin bu kadına ait olduğunu farkeder. Karen'i çeşitli yerlerde arar ama bulamaz. Kadının telefonu kimsede yoktur. Harold, sonunda işyerine gidip vergi dosyasından numarayı bulur ve kadını arar.

Kadın şok! :) Önce inanamaz. Sonra dumur olur. Her hikayemde birini öldürüyorum hepsi gerçekse ben neyim durumlarına düşer.. Harold ona ölmek istemediğini ve hikayesinde onu öldürmemesini rica eder. Ama kadın taslağı hazırlamıştır bir kere..

Harold taslağı okumaya dayanamaz ve onu Hilbert'e verir. Hilbert hikayeyi çok beğenir ama Harold'a nasıl öleceğini anlatmaz. Bunu kendisinin öğrenmesi gerekir çünkü. Harold merakına yenik düşer ve hikayenin sonunu okur..

Harold da beğenir hikayeyi ve Karen'a gider. Ona kitabın sonunu beğendiğini, ölse de güzel bir sonla öleceği için hikayeyi bu şekilde yazmasını söyler. Karen kabul eder ve kitabın son sayfalarını daktilo etmeye başlar. O her tuşa bastığında, yazdıkları gerçek olur..

Harold her zamanki gibi işe gitmek üzere otobüs durağına gitmektedir. Normalde kıl payı yetiştiği 6,15 arabası için bugün erken gelmiştir çünkü daha önce bozulan saatini düzeltmek için saat sorduğu adamın saati 3 dakika ileridir.

Tam otobüs gelirken bisikletli bir çocuk otobüsün önüne çıkar ve Harold da onu kurtarmak için otobüsün önüne atlar. Güm!! Harold sessizce yerde yatmaktadır..

**Dikkat Dikkat**

Son kareler bir hastanede geçiyor. Harold ölmemiş! Karen, hikayelerinin sonunda öldürdüğü insanların gerçek olduğunu görünce onları öldürmekten vazgeçmiş ve Harold'ı birçok kemiği kırık ama kalbi sağlam (Ana ile birlikteler) bir halde bırakmaya karar vermiş.

Değişik bir filmdi. İzlenilebilir efem!

20 Haziran 2007 Çarşamba

Spiderman 3


Dün sinemaya gittik eşimle. Spiderman kahramanlarımdan biridir diye büyük bir heyecanla gittik.

Filmin sonuna kalmadan filmin ismini değiştirdim ben. Zırlak, sırıtkan ve çığırtkan olsaymış daha iyi olurmuş bence..

Kahramanımız (!) Peter Parker bu filmde tam bir avanak. Sinir oldum ya. Spiderman normalde (bkz çizgi filmleri) esprili, kendine güvenli, 3-5 kişiyi bile alt edebilen bir kahramandır yani. Ama bu film komedi filmi mi aşk filmi mi belli değildi.. Neyse yorumlarımı sona saklayıp da filmi anlatayım biraz..

Peter ve Marry Jane sonunda sevgili olmuşlar. M.J. bir tiyatroya başlamış. Karanlıkta ışıl ışıl parlayarak çıkıp şarkı falan söylüyor beyaz elbisesinin içinde. Çok da etkileyici görünüyor ama ertesi gün gazetelerde hep kötü eleştiriler yazılıyor. Görüntü güzel ama ses yok diyorlar kısaca.. M.J. çok üzülüp olumsuz etkileniyor haliyle. Peter ise Spiderman olmanın verdiği bir şımarıklık gösteriyor. M.J. le gerektiği gibi ilgilenmiyor, kendi derdine düşüyor. Bir yandan da ona evlilik teklifinde bulunmak için ter döküyor..

Bir gün uzaydan bir meteor düşüyor dünyaya. Ama küçük bir şey olduğu için kimse farketmiyor. Tam da o sırada Peter orda olduğu için uzaydan gelen siyah yapışkan şey Peter'ın bisikletine yapışıp onunla evine kadar gidiyor. Bir gün Peter çok sinirliyken uykuya dalınca bu küçük, siyah ve yapışkan şey Peter'ın üzerine yapışıp kırmızı-mavi olarak bildiğimiz kahraman formasını siyaha boyuyor. Peter uyandığında kendini bir binanın tepesinde ters asılıyken buluyor. Siyah şey ona ayrı bir güç katıyor. Peter durumdan memnun tabi. Oysa onu olumsuz etkiliyor bu siyah yapışkan şey.

Harry, babasını öldürdüğünü düşündüğü için Peter'a düşman kesiliyor. Babasının intikamını almak için kabine girip yeşil dumanı o da soluyup Green Goblin junior oluyor. Peter'la ağır dövüş sahneleri sonrasında yere düşüp kendinden geçiyor. Kahraman Peter hemen onu hastaneye yetiştiriyor ve küçük hafıza kayıpları olduğunu öğreniyor. O andan sonra her şey güllük gülistanlık tabi. Kanka falan diye sesleniyorlar birbirlerine. İşte bundan sonra Harry, sırıtkan ünvanını hak ediyor.

Bir yanda da kum adam hayat buluyor. O da meğer Ben amcayı öldüren adammış. Peter bunu duyunca onun da peşine düşüyor tabi.

Peter böyle şeylerle meşgulken M.J. oyundan kovuluyor ve başka bir yerde hem şarkıcı hem garson olarak çalışmaya başlıyor. İhtiyacı olduğunda Peter yanında olmadığı için Harry'e gidip onunla yakınlaşıyor. Sonra pişman olup ordan ayrılıyor.

Peter yapışkan şeyin onu ele geçirmeye başladığını farkedip ondan kurtulmaya çalışıyor. Tam da o sırada rakibi olmaya çalışan Eddie oralarda olduğu için siyah yapışkan ona yapışıyor. Çizgi filmlerden de tanıdığımız uzun sivri dilli siyah cübbeli yaratık halini alıyor Eddie. O da Spiderman'a düşman. O da onu öldürmek istiyor. Tek başına yapamayacağı için kum adama gidip plan yapıyor. İkisi birden Spiderman'a tuzak kurup M.J. yi yakalıyorlar. Peter durumu öğrenince Harry'den yardım istiyor. Harry ilkten reddediyor ama sonunda dayanamayıp o da Spiderman'a yardıma gidiyor.

**Dikkat Dikkat**

Sonunda M.J. kurtuluyor. Harry ölüyor. Kum adam yanlış anlaşıldığını, her şeyi hasta kızı iyileşsin diye para bulmak için yaptığını anlatıyor. Eddie, Peter onu yapışkandan kurtarmaya çalışırken tekrar yapışkana gidiyor ve bom!! Ve son..

Anlatırken, yazarken vs bile canım sıkıldı. Eminim okurken de siz sıkılmışsınızdır. Kötü bir filmdi ya. Acaip hayal kırıklığı oldu yani. Nerde benim yakışıklı, cool, esprili Peter'ım? :(

19 Haziran 2007 Salı

Bom, Yeoreum, Gaeul, Gyeowool, Geurigo Bom

"İlkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar" olarak Türkçe isimlendirilen sessiz, ilginç bir filmdi..

Filmde ciddi anlamda bir sessizlik, ama bu sessizliğin arkadaşlık ettiği, müthiş huzur verici doğa manzaraları var. Aynı manzarada yaşanan dört mevsim ve her mevsimin insanlar üzerindeki etkisi anlatılıyor.

Gölün ortasındaki bir kulübede yaşayan, bizim ak sakallı dede diye tabir ettiğimiz bir keşiş ve onun yetiştirdiği tombik bir oğlan çocuğu görüyoruz ilk sahnelerde. Konuşma o kadar az ki ilk yarım saatte duyduğumuz nerederyse "usta beni de bekle" ve "bu ot iyidir bu ot kötüdür" den ibaret oluyor.

İlk mevsimde yani ilkbaharda bu tombik oğlanın doğayı ve kendini tanışıyı ve kazandığı tecrübeleri görüyoruz. Çocuk aklıyla sandala binerek toprağa çıkıp eline geçen balık, kurbağa ve yılana birer taş bağlayıp kıvranmalarını eğlenerek seyrediyor. Ama bir de bakıyoruz ustası olarak tanıdığımız keşiş, uçarak mı gelmiş belli olmayan bir halde, tepeden çocuğu izliyor. Çocuk kulubeye dönüp de uykuya daldığında, ustası yaptığının yanlış olduğunu anlatabilmek için çocuğun sırtına bir taş bağlıyor ceza olarak. Ertesi gün çocuk uyanıp da taşı görünce önce mızıklanıyor sonra ustasının söylevi üzerine önceki gün bağladığı hayvanları tek tek bulup taşlarını çıkarmak için onları arıyor. Bazıları için çok geç oluyor tabi..

İkinci mevsimde yani yazda tombik çocuk yine tombik ama bu sefer bir delikanlı olarak çıkıyor karşımıza. Mevsim yaz ya, çocuğun içi de kıpır kıpır. Tedavi görmek için kulubeye gelen bir kızın üzerine atlıyor nerdeyse. Kız başta mırın kırın durumlarında olsa da sonunda bir de bakıyoruz ustası bunları salda çırılçıplak yakalıyor. Kızın iyileştiği anlaşılıyor tabi ve ona yol görünüyor. Kız gönderilince çocuk da pılını pırtısını toplayıp kulubeyi terkediyor.

Mevsimlerden sonbahar.. Bir gün usta yemek yerken, yemeğini sardığı gazetenin küpüründe bizim tombik oğlanı görüyor. Saçlar uzayıp normal insan boyutuna gelmiş ama bizim oğlan artık bir kaçak. Dağın başında kız ya da başka bir insan görmediği için insanlar arasına karıştığında sevgisini nasıl göstereceğini bilemeyen ve tepkileri aşırıya kaçan tombik evlenmiş ve aldattığını öğrenince karısını öldürmüş meğer. Tabi ilk durağı kulube oluyor. Ustası yine onu cezalandırıyor falan filan ama sonunda adeletin eline de teslim ediyor. Yine de üzüntüsünden kendini sandala atıp hem sandalın su almasını sağlıyor hem de sandala koyduğu odunları yakarak kendine çıkış yolu bırakmıyor.. Sandal yanıyor yanıyor ama bir de bakıyoruz yanan yerden küççük bir yılancık çıkıp kulubeye gidiyor. Bak şimdi yoksa şekil mi değiştirdi bizim şu aksakallı dede diye düşünmeye başlıyoruz.

Ve kış geliyor. Kapıda bizim çocuk beliriyor yine. Ama artık çocuk değil. Büyümüş, cezasını çekmiş bir adam duruyor karşımızda. Her yer buz olduğu için yürüye yürüye gidiyor kulubeye. Burda iç huzura kavuşup adeta yogileşiyor. Bir gün bir kadın geliyor kulubeye. Elinde bir bebe. Bu bebeği ağlaya zırlaya bizim yogiye teslim ediyor.

Sular eriyor ve mevsim yeniden ilkbahara dönüyor.. Sahne ilk dakilalarda gördüğümüz sahneye çok benziyor. Bir usta (ilk sahnede gördüğümüz tombik çocuk artık usta konumunda) ve eğittiği bir çocuk.. Bir gün bu çocuk da sandalla karaya çıkıp bulduğu hayvanların ağzına taş sokarak eğleniyor ve kısır döngü başlıyor..

14 Haziran 2007 Perşembe

Heroes bilmem kaçıncı bölüm

Heroes'un da 1. sezonunu bitirdim. Bir yerde okumuştum da yok öyle değildir demiştim kendi kendime. Öyleymiş hakkaten, son bölümler çok bayıkmış. 18. bölüme kadar her şey çok heyecanlı, her şey çok güzeldi. Ama sonraki bölümler o heyecanı yaşatmadı bana da..

2. sezondan umutluyum ama. Galiba kahramanımız Hiro Nakamura o resimdeki ejdarhayla gerçekten savaşacak :)) Babası da az değilmiş bu arada..

Son bölümler çok heyecanlı olmasa da bir kaç şey öğrendik..

**Dikkat Dikkat**

Hiro'nun babası da her şeyden haberdarmış!

Mr. Linderman almış başını gidiyor. Onun da iyileştirici gücü varmış meğer!

Peter Petrelli'yi ilk bölümlerde erkek hemşire olarak tanımıştık. Hiro'yla karşılaştıktan sonra onun gücünü kopyalayarak kendine de geçirmişti. Bu şekilde, ama istemsiz olarak, zamanda yolculuk yaptı ve geçmişe döndü. Bir anda hemşirelik yaptığı zamanda buldu kendini. Bakıcık yaptığı tonton amcayla Peter'in annesini konuşurken yakaladı. Annesinin bile bombadan taaa o zamanlardan beri haberi olduğunu anladık böylece. Bu arada annesi onu farketmedi ama o tonton amca Peter'i görüp onla konuşabiliyordu!

Mr. Linderman sonunda öldü. Ya da biz öyle sandık. Bilmem iyileşir mi..

Tanıdığımız bütün yetenekliler sonunda buluştu. Bir noktada hep bağlıydılar zaten birbirlerine.. Bu buluşma noktasında Hiro, Sylar'ı öldürdü. Ama aslında öldüremedi. Sylar'ın düştüğü yerde yeller esiyordu bölüm sonunda.. Üstelik yakındaki rögar kapağına kadar kan izi vardı ve hatta kapak yarım kapanmıştı :(

10 Haziran 2007 Pazar

Perfume : The Story Of A Murderer

Haftasonu bu filmi seyrettik eşimle..

Oldukça ilginç bir filmdi.
Hikaye balık pazarında bir kadının 1 dakikalığına yere uzanarak "cırt" diye doğum yapması ve bebeğin ağlama sesi duyulduğunda onu yerdeki leş gibi balık kanları, kurtları vs nin içinde bırakarak insanların suçlamalarından kaçmasıyla başlıyor.

Yine de kadını yakalayıp asıyor ve bebeği de bir yetimhaneye bırakıyorlar. Çocuk, Jean-Baptiste Grenouille, büyüdükçe ilginç bir şahsiyet olduğunu anlıyoruz. Acaip bir koku hafızası ve koku alabilme yeteneği var. Bu yeteneğiyle bir gün bir zamanlar çok ünlü olan parfümcünün yanında işe başlıyor. İşe girdiği ilk gün, parfümcünün ömründe duyduğu en güzel kokuyu yaratıyor. Grenouille, gördüğü ve kokusunu duyduğu her şeyin kokusunu çıkarmaya çalışırken patronu bir gece gürültüyle uyanıyor ve bu garip gencin kedisini kaynattığını görüyor. Sonunda Grenouille her şeyin kokusunu çıkarmayı orda öğrenemeyeceğini düşünerek başka bir yere gitmek üzere yola çıkıyor. Bu yolculuk sırasında kendi kokusunun olmadığını farkedip önce bir buhran geçiriyor sonra insani kokabilmek için diğer insanlardan insan kokusu yapmaya başlıyor. Tabi ilk seferde tepkiyle karşılaşınca kokusunu beğendiği kadınları tek tek öldürmeye ve ölü bedenlerini yaglayip, distilleyip kokularını çıkarmaya başlıyor..

İşte garip bir katilin öyküsü bu..

Yorumuma gelince, ben karanlık filmleri çok sevmiyorum. Karanlık derken mekan olarak karanlık yerlerde karanlık saatlerde geçen filmleri çok sevmiyorum çünkü karanlıkta doğru dürüst bir şey görmüyorum. Bu filmde insanlar da hep karanlıktı. Hani şimdi olduğu gibi geçmişte de zengin-fakir arasındaki fark büyüktü ya, fakir olanlar hep kir pas içinde gösterilmiş. Dolayısıyla Grenouille de eli yüzü kir, yağ içinde, tırnakları kararmış vaziyette olunca zaten ara ara midem kalktı.. Güzel kadınları tek tek öldürmesine de gıcık oldum. Filmin felsefesi melsefesi bir yana ben çok hoşlanmadım.

8 Haziran 2007 Cuma

Breaking and Entering


Dün seyrettik bu filmi de..
Her gün her gün film mi seyredilir demeyin. Salonunuzun duvarları müsaitse, koltuğunuz yayılmak için çok uygunsa, evde bir de projektörünüz varsa o zaman beni çok iyi anlarsınız..

Dün Zeynepler geldiler yemeğe. Yemek dediğim de öyle allı güllü yemek değil. Çayın yanında annelerimizin "gün" adı altında çektikleri ziyafet benzeri bir şey..

Neyse konumuza dönelim:
Jude Law (Will), Robin Wright Penn (Liv), Juliette Binoche'un (Amira) oyunculuklarını gösterdikleri hoş bir filmdi. Jude Law'ı beyaz perdeye çok yakıştırdığımı farkettim. Belki de "The Holiday"deki oyunculuğunun etkisindeyim hala :)

Will ve Liv 10 senedir birlikte yaşayan bir çifttir. Liv'in ayrıldığı eşinden Oana adında bir kızı vardır. 13 yaşında, jimnastikle uğraşan bir otistiktir. Hiç uyumayan ve sürekli egzersiz yapan, renk vs takıntısı olan bir çocuktur.
Will mimardır ve Kings Cross için güzel planları vardır. Bir gün iki ortak birlikte çalıştıkları bina soyulur. Bilgisayarlar ve monitörlerin hepsi çalınır. 6 gün sonra yeni bilgisayarlar geldiğinde bina tekrar soyulur, bu sefer önceki sefer Will'in kişisel bilgisayarında olan Oana ve Liv'i gösteren videolar ve fotoğraflar bir cdye yüklenerek Will'in masasına bırakılmıştır. Soygun yapan her kimse resimleri incelemiş ve Will'de kalması gerektiğini düşünerek cd ye yüklemiştir(işte insanlık!). 3. kez soygun gerçekleştirilebilir düşüncesiyle Will ve ortağı binalarını gözetlemeye başlarlar. Bir kaç gün sonra Will binalarına girmeye çalışan kişiyi görür. Bu sadece bir çocuktur(Miro). Will onun peşinden koşar ve çocuk izini kaybettirdiğini sanırken, onu evine kadar takip eder. Gördükleri onu şaşırtır çünkü karşısındakiler bir kaç gün önce parkta karşılaştıkları Bosna'lı anne-oğuldur. Kapılarını tıklamadan zildeki numarayı alır ve kadını arar. Kadın (Amira) terzidir ve Will yırtık ceket bahanesiyle onun evine gider. Bu şekilde Amira ile ilişkileri başlar. Aslında Will'in aklındaki plan başta bu değildir, soygun yapanları yakalamaktır ve Amira'nın evine ilk gittiği gün oğlu Miro'nun kendisinden çalarak yaptığı maketlerle hazırladığı projeleri görür ve ilgileniyormuş gibi yaparak Miro'nun kendisine uğraması için kartvizitini bırakır. Ama Amira oğluna Will'den bahsetmeyi unutur. Miro bir gün eve geldiğinde kartviziti görür ve Will'in her şeyden haberi olduğunu anlar. Aslında yaşça küçük bir çocuk olduğundan zırlayarak her şeyi annesine anlatır. Amira her şeyi öğrense de bunu Will'e belli etmez. Onunla birlikte olur ve her ihtimale karşı diye bir arkadaşına çıplak fotoğraflarını çektirir. Ama buna gerek kalmayacaktır çünkü Will iyi bir insandır.
Will, Amira'yla vakit geçirirken bir yandan da Oana'yla ilgilenmeye çalışır. Oana aslında Will ile Liv arasındaki bağlardan biridir ve filmin sonuna doğru geçireceği kaza sonrasında (merak etmeyin ciddi bir şey değil) Will ve Liv arasındaki bağların daha da kuvvetlenmesini sağlar. Tabi Will de Amira'da aşkı ararken, aradığının yeni bir aşk değil, kaybettiği aşk olduğunu farkeder ve Liv'e döner..

Hah nihayet yazacağım bölüm bitti :) Gerisini seyredersiniz artık, tabi anlaşılamayan bir bölüm kaldıysa :)

Anlatırken bayık gibi gelmiş olabilir belki ama hoş bir filmdi hakkaten.
Ana fikir : Parmaklarınla reçel yersen ellerin yapış yapış olur :))