"İlkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar" olarak Türkçe isimlendirilen sessiz, ilginç bir filmdi..
Filmde ciddi anlamda bir sessizlik, ama bu sessizliğin arkadaşlık ettiği, müthiş huzur verici doğa manzaraları var. Aynı manzarada yaşanan dört mevsim ve her mevsimin insanlar üzerindeki etkisi anlatılıyor.
Gölün ortasındaki bir kulübede yaşayan, bizim ak sakallı dede diye tabir ettiğimiz bir keşiş ve onun yetiştirdiği tombik bir oğlan çocuğu görüyoruz ilk sahnelerde. Konuşma o kadar az ki ilk yarım saatte duyduğumuz nerederyse "usta beni de bekle" ve "bu ot iyidir bu ot kötüdür" den ibaret oluyor.
İlk mevsimde yani ilkbaharda bu tombik oğlanın doğayı ve kendini tanışıyı ve kazandığı tecrübeleri görüyoruz. Çocuk aklıyla sandala binerek toprağa çıkıp eline geçen balık, kurbağa ve yılana birer taş bağlayıp kıvranmalarını eğlenerek seyrediyor. Ama bir de bakıyoruz ustası olarak tanıdığımız keşiş, uçarak mı gelmiş belli olmayan bir halde, tepeden çocuğu izliyor. Çocuk kulubeye dönüp de uykuya daldığında, ustası yaptığının yanlış olduğunu anlatabilmek için çocuğun sırtına bir taş bağlıyor ceza olarak. Ertesi gün çocuk uyanıp da taşı görünce önce mızıklanıyor sonra ustasının söylevi üzerine önceki gün bağladığı hayvanları tek tek bulup taşlarını çıkarmak için onları arıyor. Bazıları için çok geç oluyor tabi..
İkinci mevsimde yani yazda tombik çocuk yine tombik ama bu sefer bir delikanlı olarak çıkıyor karşımıza. Mevsim yaz ya, çocuğun içi de kıpır kıpır. Tedavi görmek için kulubeye gelen bir kızın üzerine atlıyor nerdeyse. Kız başta mırın kırın durumlarında olsa da sonunda bir de bakıyoruz ustası bunları salda çırılçıplak yakalıyor. Kızın iyileştiği anlaşılıyor tabi ve ona yol görünüyor. Kız gönderilince çocuk da pılını pırtısını toplayıp kulubeyi terkediyor.
Mevsimlerden sonbahar.. Bir gün usta yemek yerken, yemeğini sardığı gazetenin küpüründe bizim tombik oğlanı görüyor. Saçlar uzayıp normal insan boyutuna gelmiş ama bizim oğlan artık bir kaçak. Dağın başında kız ya da başka bir insan görmediği için insanlar arasına karıştığında sevgisini nasıl göstereceğini bilemeyen ve tepkileri aşırıya kaçan tombik evlenmiş ve aldattığını öğrenince karısını öldürmüş meğer. Tabi ilk durağı kulube oluyor. Ustası yine onu cezalandırıyor falan filan ama sonunda adeletin eline de teslim ediyor. Yine de üzüntüsünden kendini sandala atıp hem sandalın su almasını sağlıyor hem de sandala koyduğu odunları yakarak kendine çıkış yolu bırakmıyor.. Sandal yanıyor yanıyor ama bir de bakıyoruz yanan yerden küççük bir yılancık çıkıp kulubeye gidiyor. Bak şimdi yoksa şekil mi değiştirdi bizim şu aksakallı dede diye düşünmeye başlıyoruz.
Ve kış geliyor. Kapıda bizim çocuk beliriyor yine. Ama artık çocuk değil. Büyümüş, cezasını çekmiş bir adam duruyor karşımızda. Her yer buz olduğu için yürüye yürüye gidiyor kulubeye. Burda iç huzura kavuşup adeta yogileşiyor. Bir gün bir kadın geliyor kulubeye. Elinde bir bebe. Bu bebeği ağlaya zırlaya bizim yogiye teslim ediyor.
Sular eriyor ve mevsim yeniden ilkbahara dönüyor.. Sahne ilk dakilalarda gördüğümüz sahneye çok benziyor. Bir usta (ilk sahnede gördüğümüz tombik çocuk artık usta konumunda) ve eğittiği bir çocuk.. Bir gün bu çocuk da sandalla karaya çıkıp bulduğu hayvanların ağzına taş sokarak eğleniyor ve kısır döngü başlıyor..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Çok etkileyici bir anlatım olmuş.Cidden filmi izlemiş gibi hissettim.
Ben hayatta böyle bir filmi izlemezdim.Sayende ufkum genişliyor.Onurun geldiği de iyice belli oldu böylece.Ben de bunlar neden film izlemiyo kaç gündür diyordum kendi kendime.
Yorum Gönder